Macera Oyun Alanlarına ilk defa Joel Spring’in Özgür Eğitim kitabında rastlamıştım. Bu fikir beni gerçekten çok heyecanlandırmıştı. Aynı anda hem yıkmak hem yaratmak, hem de hepsi çocukların ellerinde! Bu bir ütopya tarifi gibiydi, bana göre bu çürümüş bir dünyayı ve onun çürümüş değerlerini toptan yıkarak onun yerine işbirliği, sevgi ve özgürlükle yeni bir dünya yaratmanın provasıydı.
İlk şok dalgasının ardından (bahsi geçen sayfaları onlarca kere okuyup, altını çizip, notlar lıp, hayallere daldıktan sonra) Kendimi “Bunu nasıl yapabilirim? Bunu nasıl mümkün kılabilirim? Bu imkansız mı? diye kendime sorular sorarken buldum. O sırada Çılgın Şapkacı, harikalar diyarından çıkıp kulağıma fısıldadı, “Yalnızca öyle olduğuna inanırsan imkansız!” Ve bende öyle olmadığına inanmaya başladım.
Bu neredeyse bir yıl önceydi, hayatımda bir kavşak noktasına gelmiştim. Ama ne kavşak! Varlığından bile haberdar olmadığım ama karşılaştığımda sanki onları ezelden beri tanıyormuşum gibi hissettiğim insanlarla kesişti yollarım. İşte buralarda bir yerde Suzanna ve Morgan ile tanıştım ve böylece Yap Boz Macerası başlamış oldu.
Spring’in kitabında macera oyun alanları ile ilk karşılaşmamdan kaynaklı olsa gerek her zaman sabit, sahip olunan alanlar üzerinden düşündüğümü fark ettim. Oysa Yap Boz Oyun Alanları bu zorunluluğu ortadan kaldırıyordu. Yap Boz Oyun Alanları “Bir varmış bir yokmuş”tu! Zamanın birinde bir yerde var olabilir ve sonra birden yok olabilirler, bunu ıspatlayamazsınız, ama aksini de ispatlayamazsınız. Her an her yerde olabilir, birden karşınıza çıkabilirler.
İşte böylece Yap Boz Oyun alanları kurmaya başladım. İlkini kızımın şerefine onun beşinci doğum gününde yaptık, bir kısmı onun sınıf arkadaşlarından oluşan bir grup çocukla beraber. Sonra başka bir tane daha yaptık, sonra bir tane daha, sonra bir tane daha, sonra bir tane daha…. Çok geçmeden Yap Boz macerasının bağımlısı oldum, belki de bu sadece çocukların özgürce oynamalarını izlemenin ne kadar büyüleyici olduğunu gördüğüm için oldu. Bu oyunbaz patikada yürümeye başladığımdan bu yana farkettim ki Yap Boz Oyun alanları bir çeşit simya gibi. Onlar hurdaları herhangi bir şeye ve/veya herşeye dönüştürebiliyorlar. Bu gözünüzün önünde gerçekleşen bir mucize gibi.
Bir Yap Boz Oyun alanı yürütürken bir yetişkin ya da deneyimsiz bir oyun işçisi şöyle düşünebilir: “ Eyvah şimdi ne yapacağım?” “Malzemeler dağıldı, parçalandı.. şimdi ne olacak?” “Şimdi bunu nasıl yürüteceğim?!” “ Bu tehlikeli bir durum mu yoksa bu çocuk risk alarak kendi sınırlarını mı keşfediyor/ zorluyor?” gibi, gibi… Fakat bu yol boyunca bir oyunişçisi kelimenin tam anlamıyla “çocuklara güvenmeyi” öğreniyor! Onlara izin verirseniz size herşeyi öğretiyorlar! En önemlisi size umut veriyorlar ve o küçük soğuk kalbinizi ısıtıveriyorlar.
Hayatımda özgür oyuna yer açmaya karar verdiğim günden bu yana bir çok şey değişti. “Daha renkli” bir insan olmaya başladım. Geldiğim noktada çöp konteynırları gözüme birer hazine sandığı gibi görünüyor, içinde ne var diye bakmadan geçemiyorum. Kendimi konvansiyonel oyun parklarını hacklerken ya da günlük bir aktivite olarak çöpten bulduklarımı eve taşırken buluyorum! (Bu arada evimi gerçeküstü bir iki katlı daireye taşıdım, gerçeküstü çünkü üst kat bir çocuğun sığabileceğinden biraz yüksek- John Malkovich Olmak filmindeki yedi buçukuncu kata benziyor) Alis Harikalar Diyarında kitabında Alis’in “Bu sabah kim olduğumu biliyordum ama o zamandan bu yana bir kaç kez değiştim” demesi her zaman beni gülümsetmiştir. Şimdi her defasında üst kata çıkınca dev gibi olup, alt kata inince yeniden küçülürken onu çok iyi anlıyorum…
Yap Boz Maceralarım boyunca çok şey öğrendim, hayal kurmayı ve bu hayali gerçekleştirmeyi, gözlemlemeyi ve akışına bırakmayı, sahip olduğum hurdalarla yetinip, bu hurdaları neye istiyorsam ona çevirmeyi öğrendim.
Tehlikeleri fark etmeyi ve risk almayı biraz öğrendim. Şimdi görüyorum ki bir kişinin bir işi yapmaya korkması ama yine de yapmaya devam etmesi onu cesur yapıyor. Ve hepimizin kendi yolunda yürümeye devam ettikçe öğrendiğini öğrendim. Ve herbirimizin kendi hızı ve kendi öğrenme yöntemlerinin olduğunu.
Bir çok kez tilkinin küçük prense verdiği sırrını hatırladım: “Gerçeğin mayası göze görünmez, yalnızca yüreğiyle bakanlar gerçeği görebilir.” Defalarca bir karton kutunun yalnızca bir karton kutu olmadığını içinden her an, herhangi bir şeyin çıkabileceğini gördüm. Bu bazen bir koyun bazen ise Aya yolculuk oldu.
Tüm bunları çocuklardan öğrendim ve hala öğreniyorum.
Şimdilik hikayemin sonuna gelmişken, Peter Pan’in kendi sonu karşılarken bile hissettiği oyunbaz coşkuyu hatırlıyorum! Ben de geldiğim noktada onu şöyle söyleyebilirim: “Oynamak müthiş bir macera olacak!” ve gerçekten de öyle!
*Bu yazı Aralık 2019’da Pop-Up Adventure Play için yazılmıştır.
1 Comment