Bu metin 25 Mayıs 2019 tarihinde Barış Manço Kültür Merkezinde yer alan, Uluslararası Alternatif Eğitim Sempozyumunun açılış panelinde; Play:ground NYC kurucularından, çocuk hakları savunucusu Alexander Khost’un yaptığı konuşmadan türkçeye çevrilmiştir.
Günaydın, benim türkçem iyi değil, yabancıyım.*
Bundan sonrasını İngilizce anlatacağım. Bir sene boyunca Ankara’da öğretmenlik yapmıştım, o yüzden birazcık Türkçe konuşabiliyorum. Adım Alexander Khost. New York Şehrinde yaşıyorum ve Brooklyn Apple Academy adında bir öğrenme merkezinde çalışıyorum. Size alternatif eğitime alternatif bir yöntemden bahsetmek için buradayım. Özyönelimli eğitim dediğimiz bu yöntem, okullarda, merkezlerde ya da evlerde “okulsuzluk” şeklinde uygulanabilir. Fakat bunlardan bahsetmeye başlamadan önce bir anlığına durmak ve insan olmanın tarihini düşünmek istiyorum.
1.8 milyon yıl boyunca insanlar eşitlikçi toplumlarda avcı toplayıcı olarak yaşadılar. Araştırmalar gösteriyor ki tüm kıtalarda, farklı coğrafyalardaki avcı toplayıcı topluluklar çocuklarını benzer şekilde yetiştiriyorlardı. Ortalama 4-5 yaşlarında çocuklar kendilerine bakan kişiden ayrılarak gidip oyun oynuyorlardı. Ve onlar, yetişkinlerin kullandığı tüm araçlara erişebiliyorlardı, mesela ateş, oklar, bıçaklar… ne isterlerse. Ve orada onları denetleyen hiç bir yetişkin yoktu, yani özyönelimliydiler. Bu şekilde 16-18 yaşlarına kadar oynuyorlardı. Yetişkinlerin arasına katılıp, avlanacakları, toplayacakları ya da topluluğun bir üyesi olarak ne istiyorlarsa onu yapacakları zamana kendileri karar veriyorlardı. On bin yıl kadar önce tarımı keşfettik, ve toprakları çitlemeye başladık. Böylece topraklara sahipleri ve toprak sahipleri için çalışanlar ortaya çıktı. Bu dönemde baskı ortaya çıktı, bazı insanlar belli türdeki işleri yapmaya ve öğrenmeye zorlanıyordu. Netleştirecek olursak, insanlık tarihinin yüzde doksan dokuzu avcı toplayıcı olarak yaşadık; insanlık tarihinin yüzde birinden daha az bir süredir ise benim ve sizin alışkın olduğumuz bu yaşam tarzını sürdürüyoruz.
200 yıl kadar önce Prusyalılar zorunlu eğitimi ve sertifikalı öğretmenliği ortaya çıkardılar. Bundan 150 ila 100 yıl öncesinde bir zaman aralığında, bu tarz bir sistem dünyaya yayıldı. Bu bir çoğumuza tanıdık gelen hatta içinde büyüdüğümüz kamusal eğitim sistemi.Eğer gelenekten ve geleneksel eğitimden bahsedecek olursak avcı toplayıcıları düşünmenizi isterim, çünkü gelenek uzun bir süreden bu yana yapılagelen şeyleri tarif etmek için kullanılır. Günümüzde popüler olan Prusyaların icat ettiği sistem için ise konvansiyonel eğitimi kullanacağım. Böyle bir giriş yapmak istedim çünkü birazdan size bahsedeceğim şey birçok insan için oldukça sıradışı ama aslında çocukların yüzyıllarca nasıl yetiştirildiğini düşündüğümüzde çok daha geleneksel.
Özyönelimli eğitim, çocukların kendileri için en iyi olan şeyin ne olduğunu bildiğine inanmaktır. Bu aslında bir çocuk hakları hareketidir, çocukların baskı altına alınmasına karşıdır. Benim ve özyönelimli eğitimi savunanların düşüncelerine göre bir yetişkinin bir çocuğu bir sırada oturmaya zorlayarak, bir yetişkinin önemli olduğunu düşündüğü şeyleri öğrenmeye zorlamak baskıcıdır. Hatta bunun şiddet olduğunu söyleyebiliriz. Ve eğer durum böyleyse, bir çocuğu bu baskıdan azade nasıl yetiştirebilirsiniz?
Ben Özyönelimli Eğitim Birliği** adında bir örgütte çalışıyorum. Özyönelimli eğitimde kullanılan altı basit süreç var, kısaca bunların üzerinden geçeceğim:
-Eğitimin çocukların sorumluluğu olduğuna dair sosyal beklenti
-Oynamak keşfetmek, kendi isteklerini hayata geçirmek için kısıtlanmamış zaman
-Kültürün araçlarıyla oynama olanağı
-Yargılamayan sadece yardım eden, farklı yetişkinlere erişme olanağı
-Benim en önemli olduğunu düşündüğüm, çocuklar ve ergenler arasında karma yaş grubu.
-Sonuncusu ise istikrarlı, saygılı ve destekleyici bir sosyal çevre.
Şimdi sizden iş çıkış saatinde kalabalık bir metro istasyonunu hayal etmenizi istiyorum. Eğer buradaki insanları gözlemleyen bir yabancı olsaydınız, bu size bir kaos gibi görünürdü. Oradan oraya koşturan insanlar, bir sürü farklı şey yapıyorlar, bir sürü ses, gürültü… Ama yine de bu tren istasyonu bir bakıma bir mucizedir. Oradaki her bir insanın kafasında bir varış noktası vardır. Ve oradaki herkes işbirliği içinde çalışır, ve böylece herkes nereye gitmek isterse oraya gidebilir. Eğer özyönelimli bir grup çocuğu birlikte oynarken ya da çalışırken görürseniz, bu tren istasyonunda gördüğünüz manzaraya çok benzerdir. Çoğunlukla çok dağınık yerlerdir, benim çocuklarımın da gittiği özyönelimli öğrenme merkezinde, içeriye ilk girdiğinizde çoğu zaman yerlerde bir sürü kirli çorap vardır. Ortalıkta bağıran, farklı oyuncaklarla koşturup duran çocuklar vardır. Ve insanlar böyle bir merkeze ilk defa girdiklerinde genelde yüzlerinde böyle dehşete düşmüş bir ifade olur. Bu yüzden bu insanlara bir an durup düşünmeleri için genellikle bu tren istasyonu benzetmesini yaparım. Ve tıpkı tren istasyonundaki bir yolcu gibi, eğer oradaki bir çocuğu uzun bir süre takip ederseniz, fark edersiniz ki bu çocuklar öğreniyor, diğerleriyle işbirliği yapıyor ve ne yönde gitmek isterse o yönde gitmekte özgürler. Ve yine tekrarlayacak olursak bu 1.8 milyon yıl boyunca avcı toplayıcıların yaptığına çok benzerdir. Bu yöntemin neye benzediğini kafanızda canlandırmanız açısından bir örnek faydalı olacaktır.
Bu hafta bu sunumu hazırlarken, (Fotoğraftan bir çocuğu göstererek) bu çocuğun adı Shaylem, benden bir şey yapmamı istedi. 5 ay önce bir pazartesi günü canı sıkılmıştı. Ben de ona yapabileceği bir şeyler önermiştim. Yanlış anlaşılmaya yer vermemek için söylüyorum, ben Shaylem’ı üç yıldır tanıyorum ve ilgi alanlarını epey biliyorum. Ve ona bir sanat tarihi dersi önerdim. Bu benim konvansiyonel bir öğretmen olarak çalıştığım yıllarda verdiğim bir dersti. O bu fikri sevdi ve birlikte böyle bir sınıf açmaya karar verdik. Ve böylece çalıştığım merkezdeki çocuklara sanat tarihi dersine katılmakla ilgilenen kimse var mı diye sormaya başladık. Beş kadar çocuk katılmak istedi. Biri 5 yaşında, ikisi yedi yaşında ve biri 11 biri de 12 yaşında. Her pazartesi kütüphane buluştuk. Mağara resimleriyle başlayan bir sanat tarihi dersine başladık, yola devam ettik ve bu pazartesi soyut ekspresyonizme kadar geldik. Ben ressam Jackson Pollock’tan bahsettim. Ve onun boyaları sıçratarak resim yaptığı videoları izlemeye başladık ve çocuklar bundan çok heyecanlandı. Çalıştığım merkezin hemen yanında bir boya dükkanı olduğunu hatırladım, onlar bazen bize bedava boya kovaları veriyorlardı. Çocuklara bir gidip bize boya verip veremeyeceklerini sormayı önerdim. Çok büyük bir kumaş parçası bulduk. Ve New York şehrindeki bir çatıya çıktık, boya kovalarını açtımnve ortaya bu (resmi göstererek) çıktı. Pazartesi günü bunu yarattılar. Merkezde bulunan ama sanat tarihi dersini almayan bir sürü çocuk kafasını pencereden çıkarıp “hey biz de boyayabilir miyiz” diye sordular. Ve böylece hepsi bize yardım etmeye başladılar. Kısa bir süre içinde çatıda bir sürü çocukla birlikteydim. İçeri girmek istediklerinde ayakkabılarının altında boyalar vardı ve bende ayaklarının altına kartonlar bantladım ve eğlenmelerine izin verdim. Ve orada durup çocuklar birbirleriyle konuşurken dinledim. Sanat tarihi dersi alanlar almayanlara bazı açıklamalar yapıyorlardı. “Bu Jackson Pollock tarzı bir soyut ekspresyonizm çalışması” diyorlardı. Size garanti ederim bu çocukların yarısı ne Jackson Pollock ismini ne de soyut ekspresyonizmin ne olduğunu hatırlamayacaklar. Ama bir dahaki sefere müzeye gittiklerinde, bir soyut ekspresyonizm örneği gördüklerinde bunu çok güzel anlayacaklar. Bitirecek olursak, bu sadece bir örnek, bu eğitim yönteminde çok çok farklı yöntemler var. Benim çocuklarım doğduklarından bu yana bu yöntemle büyüdüler. Evet okumayı yazmayı ve temel matematiği biliyorlar. Nasıl öğrendiler hiç bir fikrim yok! Çok teşekkürler.
*Bu kısım dışındakiler ingilizceden çevrilmiştir 🙂
**Alliance for Self Directed Education
Video: Zeynep Kaya Özdemir