“Eğitim bir Özgürlük Pratiğidir”

Geçtiğimiz Şubat ayında, Zakiyya Ismail TedxLyttletonWomen’da Eğitim bir Özgürlük Pratiğidir başlıklı bir TedX konuşması yaptı. Bu konuşmanın videosunu ve konuşma metnini yayınlamamıza nazikçe izin veren Zakiyya İsmail’e teşekkürler.

Ben bir okulzedeyim. İyi iş çıkardım ve ebeveynlerimi gururlandırdım. Ama bunun bir bedeli oldu. Zorunluluk, boyun eğme ve rekabet üzerine kurulu bir sistemde iyi iş çıkarmak; içimdeki çocuğa, meraklarıma ve bağlanma ihtiyacıma ihanet etmemi gerektirdi. Yine de atlattım; çoğu zaman…

Çoğumuz atlatıyoruz değil mi? Neden? Neden ben 12 yıl boyunca ölüm kalım mücadelesi vermek zorundayım? Hem de eğitim, gelişmek ve özgürlükle ilgili olmalıyken. Peki atlatamayanlara ne oluyor? Bunlar eğitim okumak için yola çıktığımda kafamdaki sorulardı. Çok fazla şey öğrenmedim ama unutulmaz bir satıra rastladım… “Öğrenme; bilgide, yetenekte ya da beceride deneyim aracılığıyla gerçekleşen, nispeten kalıcı değişimdir”. Nispeten kalıcı değişim. Şimdi eğer öğrenme nispeten kalıcı bir değişim ise, o zaman ben 12 yılı okulda ne yaparak harcadım? Çünkü ben hiç bir “nispeten kalıcı değişim” yaşamadım. Benim yöntemim şuydu, sınav için çalış, sınavı geç ve unut. Tanıdık geldi mi? “Öğren, sınava gir, unut” sistemi; otuz yıl önce ben oradayken, okulların olağan yöntemiydi. Çok fazla şey değişmedi. Bu öğrenme değil. Bu kısa süreli ezberleme.

Milyonlarca çocuğun içinde olmaya zorlandığı ama çok az öğrenmenin gerçekleştiği bu kurumdan, bu öğrenme yerinden kaçışın olmaması beni rahatsız etti. Ve hayatımızın o kadar çoğunu tüketiyor ki, 12- 15 yıl boyunca! Bunu deneyimledim, hayatta kalmayı başardım ve çok az öğrendim.

Nasıl oluyor da bu kurumun böylesi büyük bir etkisi oluyor. Bunun; öğrenme, eğitim ve toplumla olan ilişkisi nedir? Bu soruların cevabı kurumsal kutunun içinde bulunamaz. Dışarıya çıkmak ve kendi öğrenme yolculuğumu yaratmak zorundaydım. Kitaplar, bloglar ve videoları kullandım, ve ilişkilenecek birçok öğrenme topluluğu buldum. Okul sisteminin dışına çıkan aileler, özyönelimli eğitim merkezlerinde yer alan insanlar, topluluk öğrenme merkezleri ve ekoversiteler. Bu arada, öğrenme sürecimizi kendimiz yürüttüğümüz zaman öğrenme genel olarak nasılsa, benim öğrenme yolculuğum da şans eseri neredeyse öyleydi. İçsel motivasyon, kaynaklara erişim ve meraklı olma ve sorular sorma özgürlüğü… Yoldan sapma, yavaşlama, hızlanma özgürlüğü… Ve öğretmenlerimizi ve öğrenme topluluklarımızı seçme özgürlüğü.

İşte öğrenirken özgür olmak buna benziyor. Bazı cevaplar da buldum. Benim tahayyül ettiğim eğitim, köklerini çocuk haklarından, özgürlükten alıyordu ve toplumsal bir dönüşüme yöneliyordu. Bizim için bu, işbirliği ve toplulukla birlikte özgürce yaşama ve öğrenme pratiği olarak okulsuzluğa benziyordu. Kendi öğrenmem üzerine düşünme sürecim, bizim yolumuzu okulsuzluğa çıkardı, kendi öğrenme pratiğimden ayıkladığım değer ve prensipler ve sonuçta bilinçli olarak gerçekleştirdiğim eylemler… Eğitim budur. Bu düşüncenin eyleme dönüşme süreci, işte bu öğrenmeyi eğitime dönüştüren şey.

Eğitim tamamen içsel bir süreç. Kimse bize eğitim veremez. Kimse, kendi öğrenme sürecimizden hangi değer ve prensipleri çekip çıkaracağımızı tanımlayamaz. Eğitim, kendi doğamızla ve öğrenme kaynaklarına erişimimizle şekillenen, kendimiz için eşsiz olarak yarattığımız bir şeydir. Bizim eğitim hakkımız var. Bu birçok uluslararası anlaşma ile tanınmış bir insan hakkı. Fakat bu, diğer haklardan farklı. Bu uygulanması zorunlu olan tek hak! Rıza aranmıyor. Evet -hakkınız var- bu zorunlu bir hak. Rızaya gerek yok. Aynı zamanda kısıtlı bir hak. Yani bizim eğitim hakkımız zorunlu bir uygulama halini alıyor ve sadece zorunlu okullaşma* ile.

Özgürlük bunun neresinde? Bu hak değil; bu mecburi eğitim görevi! Zihinlerimizin belirli bir akıbete koşullandırıldığı, 12 yıllık bir zorunlu hizmet. Ya da Sir Ken Robinson’un dediği gibi, zihinlerimizin madenleştirilmesi*. Fakat zorunlu okullaşma şu anki haliyle sınırlı ve uygulamada kısıtlı.

Zorunlu okullaşma diyor ki: Öğrenmenin gerçekleştiği bütün zengin yöntemlere HAYIR. Meraklarımızı ve düşüncelerimizi keşfetmeye HAYIR. Bunun yerine bizi sınıflara kapatıyor ve erişebileceğimiz bilgiyi kısıtlıyor. Bu haliyle, zorunlu okullaşma, eğitim hakkımıza bir saldırı. Bu tek bir zorunlulukla, başka bir çok hakkın saldırıya uğradığı bir bataklığa doğru inen kaygan bir yamaç başlıyor.

Kendi okul deneyiminizi hatırlıyor musunuz? Berbat bir okul üniforması; hiçbir zaman havaya uygun olmayan ya çok sıcak, ya buz gibi, cinsiyet ayrımcılığını gözümüze sokar. Ve o korkunç denetlemeler? Saç, tırnaklar, takılar. İhtiyacın olduğunda tuvalete gitmekte özgür olmamak? Bu ne demekti? Bu insanlık dışı değil mi?

Zorlama varsa baskı vardır. Ve bu haliyle zorunlu okullaşma baskının bir aracıdır. Gençleri insani niteliklerinden yoksun kılarken farkında olmadan yarattığımız şey de yine ötekileştirilmiş başka bir topluluk. Kaçımız çocuk statüsüne geri dönmeye istekli? Böylesi insanlık dışı bir deneyimi yeniden yaşamaya? Kaçımız bu insandışılaştırmayı hayatımızdaki genç insanlar üzerinde uyguluyoruz? (Yapmamaya çalışsak bile)

Hiç ağzınızdan şu cümleler çıktı mı? “Bana çocuk gibi davranma” ya da “Ben çocuk değilim”. Aslında ne diyoruz? Bana bu şekilde saygısız davranma. Bana nasıl hissetmem gerektiğini söyleme ya da hissettiklerime nasıl tepki vermem gerektiğini. Bana insan değilmişim gibi davranma! Öyleyse çocuklara böyle davranılmasında neden sorun yok? Daha da kötüye gidiyor. Yalnızca çocuklara ötekileştirilen bir grup olarak davranılmıyor aynı zamanda küçümsenen bir grup olduklarını da öğreniyorlar. Çocuk ya da bebek kelimesi bir aşağılama olarak kullanılıyor. Çocukça kelimesi genellikle negatif bir niteleme olarak kullanılıyor. Ve çocuklar bunu kendi kimlikleri olarak duyuyor ve okuyorlar.

Dr Stacey Patton, çocukların baskı altına alınması ve kendimizi içinde bulduğumuz toplum arasındaki rahatsız edici bağlantıyı işaret eden az sayıdaki bilim insanından biri, bir çocuk hakları savunucusu. Bence, işte bu yüzden, çocuklarla nasıl yaşadığımız ve onların erişebildiği eğitim olanakları, birer toplumsal adalet meselesi. Diyor ki, herhangi bir ırk, cinsiyet, sınıf ya da cinselliğe dayanan toplumsal bir baskı düzenini; her bir genç insan neslini dünyaya gelir gelmez yok etmeden, yeniden üretemezsiniz. Üzücü bir şekilde hepimiz bu baskıyı hayatlarımızın ilk 18 yılında deneyimliyoruz.

Bu baskının bir adı var, aslında iki: Yetişkincilik ya da Çocukçuluk. Yetişkincilik, yetişkinlerin genç insanların üzerine hakimiyetini kabul eden ve yetişkinlerin gençleri baskılamasına neden olan otomatik bir varsayımdır. Bu yapısal bir düzeyde – örneğin zorunlu okullaşma ile- ve bireysel bir düzeyde, baskın ebeveynlik ile gerçekleşir. Ve sonra, sevgimizin en derininden ve en iyi niyetlerimizden alıp; gelecek bir nesli bu korkunç deneyimin içine bırakırız. Onları öğrenmelerine ket vuran, eğitim haklarına saldıran, onları insan yerine koymayan okullara gitmeye zorlarız. Bu gerçekten de her bir genç insan neslinin yaşamasını istediğimiz bir deneyim mi?

Tüm bunların sonucunda, kendimizi içinde bulduğumuz toplumdan hoşlanıyor muyuz? Ben hoşlanmıyorum. Bence bu toplum parçalanmış, saldırgan ve yokedici. Ve bize bu döngüyü kırmamız için yalvarıyor. Bu döngüyü kırabiliriz! Bir baskı aracı olarak okulların yerine, bir özgürlük pratiği olarak eğitimi koyarak bu döngüyü kırabiliriz. Genç insanlar üzerinde baskı kurmak yerine onlarla işbirliği yaparak bu döngüyü kırabiliriz. Toplulukça işbirliği lehine bireysel rekabeti en aza indirerek bu döngüyü kırabiliriz.

Sonuç olarak ortaya ne çıkabilir? Anaakım yerine Çokluakım, travma yerine sağlamlık, öğrenme hiyerarşileri yerine öğrenme toplulukları. Eğer ben sağlamsam ve parçalanmamışsam ve her birimiz sağlamsak ve parçalanmamışsak; o zaman bizim yarattığımız topluluk da sağlamdır ve parçalanmamıştır. Ve eğer topluluğumuz sağlamsa ve parçalanmamışsa, o zaman her birimiz serpilip gelişebiliriz… Ben varım, çünkü biz varız! Güney Afrika’da buna Ubuntu diyoruz. Bir özgürlük pratiği olarak eğitim, Ubuntu felsefesiyle desteklenir. Bir Ubuntu Pedagojisi!

Sizleri öğrenmeyi yeniden hayal etmeye, eğitimi yeniden hayal etmeye ve topluluğu yeniden hayal etmeye davet etmek için buradayım. Bu hayallerin diğer tarafında, çocukları onurlandıran hayret verici bir dünya uzanıyor. Hadi orada buluşalım.

Zakiyya Ismail Eğitimde bir özgürlük savunucusu. Üç çocuğu her zaman okulsuzdu. Okulsuzluğun dekolonizasyonla, toplumsal dönüşümle olan ilişkisine dair izlenimlerini ve okulsuzluğun toplumsal adaletin yaratılmasındaki rolünü sürekli paylaşıyor ve destekliyor.

*zihinlerin madenleştirilmesi: Belli türde bir çıktı almak amacıyla, zihnimizin alt üst edilerek, gelecekte bize hizmet edemeyecek hale getirilmesi olarak açıklanmıştır.

Çeviri: Özlem Arkun

Düzenlemeler için Gamze Boztepe ve Sinan Erdoğan’a içten teşekkürler.

Leave a Comment

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s